Pozitivizmin Batı Düşünce Tarihindeki Yeri
Orta Çağda Roger Bacon’dan (1214-1292) başlayan, Kopernik (1473-1543), Kepler (1571-1630), Galileo (1564-1642) ve Newton (1642-1727) ile sonlanan bilimsel çalışmalar serisi bilim, dünya ve Batı düşünce tarihinde önemli bir zincirdir. Bu bilim insanlarının çalışmaları ve felsefi düşünceleri birbirlerini beslemiş ve ulaştıkları sonuçlar etki yaratmıştır. Bahsedilen çalışmaların ortak yönü, yöntem olarak gözlem ve deney kullanılarak, fizik nesnelerin ve olayların neden-sonuç ilişkisi içerisinde nicel bir dille ifade edilmesi ve aralarındaki ilişkinin bu dille açıklanabilmesidir. Tarihçiler bahsedilen bilim insanlarının çalışmaları ve yakaladıkları devrimsel başarılar dolayısıyla 16. ve 17. yüzyıllara “bilimsel devrim çağı” adını vermişlerdir.
Doruk noktasını Newton ile yaşayan yukarıda bahsedilen bilimsel gelişmeler serisi Aristoteles’in evrene yönelttiği “niçin?” sorusundan ve bu soruya uygun felsefi cevaplardan vazgeçmeyi ifade eder. Yeni soru “nasıl?” sorusudur. Evrene “nasıl?” sorusuyla yönelim, Aristoteles’in evrene ilişkin teolojik ve nesnelerin içinde var olduğuna inanılan erek anlayışından, evrenin akılla kavranabilen, determinist ve mekanist bir yoruma geçişi getirmiştir. Böylece nesneler için bir erek varsayma anlayışı terkedilmiştir. “Nasıl?” sorusu ile evren artık, rasyonel olarak işleyen ve bu işleyişi akılla kavranabilen bir yapıdadır. Bir örnek vermek gerekirse, gece ve gündüz gibi olağan bir olguya teolojik açıdan yaklaşılırsa “niçin?” sorusuna cevap bulmak gerekir. Bir teolog inandığı kutsal kitaba göre bu soruyu cevaplandırır ve Aristoteles sisteminin teolojik bakış açısı bu izaha uygun bir zemin de hazırlar. Newton sistemi ise bu olguya “nasıl?” sorusu ile yaklaşır ve bize bu olgunun nasıl gerçekleştiğini bildirir. Newton’un bu mekanik evreninde sorulan soruya akla dayanan bir cevap bulunur.
Nesneler, içinde bir erek barındırdığını iddia eden Aristotelesçi bakış yerine ölçülebildiği, gözlenebildiği ve denetlenebildiği sürece bilimin konusu olan nesneler haline dönüşmüştür. Matematik formüller aracılığıyla bu nesnelerin hareketleri birbirleriyle ilişkileri ortaya konmuştur.
Doğanın bu Newtoncu yeni yorumu evrenin akılla kavranabilmesini, nesnelerin hareketlerinin ve birbirleriyle ilişkilerinin matematik bir dille ifadesini sağlamıştır. Bu yeni yorumda sadece ölçülebilen ve gözlemlenebilen nesneler bilimin konusu haline getirilmiş, böylece “niçin?” sorusu ve ona verilecek felsefi cevaplar önemsiz kılınmıştır.
Onaltıncı ve onyedinci yüzyılda adına “Bilimsel Devrim Çağı” denen sürede nicel bir dille ifade edilen evren, duyu organlarımızla algıladığımız bir evren olmaktan ziyade mekanik bir tarzda işleyen evren olmuştur. Bu Newtoncu bakış, yöntem ve hadiseleri birbirine neden-sonuç ilişkisi ile bağlayan mekanist anlayış, uzun yıllar boyunca bilimsel çalışmalara yön vermiş ve gerçek bilim olarak kabul edilmiştir). Newtoncu mekanik, gel-git olaylarını, yer çekimiyle ilgili öteki doğa olaylarını, yıldızların ayın ve gezegenlerin hareketlerini ince ayrıntılarına kadar açıklamış ve kurduğu matematikle kendisini dünyaya kabul ettirmiştir. Sunduğu yöntem, evren yorumu ve kazandığı başarılar ile Newton fiziği “kesin” bir bilim örneği ve öteki bilimlere model teşkil eder hale gelmiştir. Öteki disiplinler klasik fiziğin bahsedilen bu mekanistik yaklaşımını kabul etmiş ve kendini bu örnek üzerine inşa etmiştir. Çalışmamızın Pozitivizmin doğuşunu etkileyen unsurlar bölümünde, Saint-Simon ve A. Comte’nin eserlerinde bilimsel yöntemi örnek almak gerektiğinden ve toplumu da buna göre yeniden inşa etmek istemelerinden anlatılmak istenen budur. Tarihsel olarak pozitivizmin, pozitif felsefenin yukarıda anlatılan nedenlerden dolayı o dönemde bu eserlerde belirmesi ve pozitif felsefe akımına yüklenen anlam buradan gelmektedir.
Mekanist dünya görüşünün tam olarak kendini kanıtlaması ve yerleşmesi ile fizik bilimi ve Newtoncu yöntemler tüm diğer doğa ve toplum ile ilgili disiplinlerin örneği ve temeli durumuna yükselmiştir. Makine olarak tasavvur edilen dünyanın anlaşılmasının tek yolu Newtoncu mekaniği kabul etmek olmuştur. Newton sistemi ile doruk noktasını yaşayan sistemin kendini kabul ettirmesi ile Avrupa’da sadece dünya görüşü ve kavrayışı değişmemiştir, rasyonel ve mekanik düşüncenin de önü açılmıştır. Newtoncu bilim anlayışı böylece doğa, insan ve toplumu anlamada çok geniş bir uygulanabilirlik alanı kazanmıştır. İnsanı incelemek üzere oluşan sosyoloji, psikoloji, iktisat disiplinleri bile bahsedilen örneği almak ve onun yöntemlerini kullanmak durumunda kalmışlardır . Newton sonrası felsefi, teolojik ve entelektüel hayat bir yöntem olarak “niçin?” sorusundan ziyade “nasıl?” sorusu ile ilgilenmiş ve bu soru felsefe ile beraber öteki disiplinleri şekillendirmiştir.
Şafak Ural, bir fizik teorisi olmasından ziyade sadece bilimleri değil günlük hayatı bile değiştiren Newtoncu bilimin Rönesans ile birlikte Aydınlanma ile ilişkisine değinir ve Aydınlanma denen olgunun günümüze kadar olan etkisinden bahseder. Aydınlanma onsekizinci yüzyıl Avrupası için o döneme verilen addır. Bu dönem evrenin akılla kavranabileceği inancını ve buna bağlı olarak akıl sahibi insanın bağımsız bir nesne durumuna gelerek bireyleşmesini ifade eder. Bireyleşen özne, evrene aklıyla yönelmiş, onu anlamaya çalışmış ve böylece kendi kimliği ile kültürel varlığını inşa etmiştir. Newtoncu sistem ile Rönesans’ın etki ettiği aydınlanma döneminde, insanın aklıyla evreni kavrayabileceği inancı ve bu yolla bireyleşmesi, insana kendi sorumluluğunu taşıyabilen nitelikler kazandırmıştır. Aydınlanma ile birey Orta Çağın Hristiyanlık inanışından olan daha çok inanma yerine daha çok bilerek inanmaya yönelmiştir
Alman ve Fransız aydınlanmaları ile birlikte aydınlanmayı oluşturan İskoç Aydınlanması, Newton fiziğinin ihtiyaç duyduğu felsefi temelleri sağladı. Locke, Hume ve Berkeley gibi İskoç düşünürlerin duyumcu felsefeleri Newton fiziğinin empirik temeller üzerine inşa edileceği felsefi temeli sağladı. Bu felsefi alt yapı ile Aristoteles teolojisinden beslenen erek/amaç/telos varsayan “niçin?” sorusundan, “nasıl? sorusuna ve bu soru dolayısıyla verilecek nesnel, empirik cevaba geçişin, günlük yaşamı da kapsayan birçok değişikliğin ve yeni bir bakış açısının yerleşmesine felsefi olanak sağladılar. Bilindiği gibi empirizm fizik dünyanın varlığını, duyu verilerinin sağlamış olduğu verileri ve bu verilerin doğruluklarını tartışma konusu yapmaksızın kabul eder. Bu noktada Newton fiziğinin ihtiyaç duyduğu empirik felsefi temeli sağlayan İskoç Aydınlanmasının temsilcisi bu düşünürler, Newton fiziğini yorumlaması ve ona sundukları katkılarla yeni bir paradigma oluşmasına yardımcı oldular.
Orta Çağda Roger Bacon’dan (1214-1292) başlayan, Kopernik (1473-1543), Kepler (1571-1630), Galileo (1564-1642) ve Newton (1642-1727) ile sonlanan bilimsel çalışmalar serisi bilim, dünya ve Batı düşünce tarihinde önemli bir zincirdir. Bu bilim insanlarının çalışmaları ve felsefi düşünceleri birbirlerini beslemiş ve ulaştıkları sonuçlar etki yaratmıştır. Bahsedilen çalışmaların ortak yönü, yöntem olarak gözlem ve deney kullanılarak, fizik nesnelerin ve olayların neden-sonuç ilişkisi içerisinde nicel bir dille ifade edilmesi ve aralarındaki ilişkinin bu dille açıklanabilmesidir. Tarihçiler bahsedilen bilim insanlarının çalışmaları ve yakaladıkları devrimsel başarılar dolayısıyla 16. ve 17. yüzyıllara “bilimsel devrim çağı” adını vermişlerdir.
Doruk noktasını Newton ile yaşayan yukarıda bahsedilen bilimsel gelişmeler serisi Aristoteles’in evrene yönelttiği “niçin?” sorusundan ve bu soruya uygun felsefi cevaplardan vazgeçmeyi ifade eder. Yeni soru “nasıl?” sorusudur. Evrene “nasıl?” sorusuyla yönelim, Aristoteles’in evrene ilişkin teolojik ve nesnelerin içinde var olduğuna inanılan erek anlayışından, evrenin akılla kavranabilen, determinist ve mekanist bir yoruma geçişi getirmiştir. Böylece nesneler için bir erek varsayma anlayışı terkedilmiştir. “Nasıl?” sorusu ile evren artık, rasyonel olarak işleyen ve bu işleyişi akılla kavranabilen bir yapıdadır. Bir örnek vermek gerekirse, gece ve gündüz gibi olağan bir olguya teolojik açıdan yaklaşılırsa “niçin?” sorusuna cevap bulmak gerekir. Bir teolog inandığı kutsal kitaba göre bu soruyu cevaplandırır ve Aristoteles sisteminin teolojik bakış açısı bu izaha uygun bir zemin de hazırlar. Newton sistemi ise bu olguya “nasıl?” sorusu ile yaklaşır ve bize bu olgunun nasıl gerçekleştiğini bildirir. Newton’un bu mekanik evreninde sorulan soruya akla dayanan bir cevap bulunur.
Nesneler, içinde bir erek barındırdığını iddia eden Aristotelesçi bakış yerine ölçülebildiği, gözlenebildiği ve denetlenebildiği sürece bilimin konusu olan nesneler haline dönüşmüştür. Matematik formüller aracılığıyla bu nesnelerin hareketleri birbirleriyle ilişkileri ortaya konmuştur.
Doğanın bu Newtoncu yeni yorumu evrenin akılla kavranabilmesini, nesnelerin hareketlerinin ve birbirleriyle ilişkilerinin matematik bir dille ifadesini sağlamıştır. Bu yeni yorumda sadece ölçülebilen ve gözlemlenebilen nesneler bilimin konusu haline getirilmiş, böylece “niçin?” sorusu ve ona verilecek felsefi cevaplar önemsiz kılınmıştır.
Onaltıncı ve onyedinci yüzyılda adına “Bilimsel Devrim Çağı” denen sürede nicel bir dille ifade edilen evren, duyu organlarımızla algıladığımız bir evren olmaktan ziyade mekanik bir tarzda işleyen evren olmuştur. Bu Newtoncu bakış, yöntem ve hadiseleri birbirine neden-sonuç ilişkisi ile bağlayan mekanist anlayış, uzun yıllar boyunca bilimsel çalışmalara yön vermiş ve gerçek bilim olarak kabul edilmiştir). Newtoncu mekanik, gel-git olaylarını, yer çekimiyle ilgili öteki doğa olaylarını, yıldızların ayın ve gezegenlerin hareketlerini ince ayrıntılarına kadar açıklamış ve kurduğu matematikle kendisini dünyaya kabul ettirmiştir. Sunduğu yöntem, evren yorumu ve kazandığı başarılar ile Newton fiziği “kesin” bir bilim örneği ve öteki bilimlere model teşkil eder hale gelmiştir. Öteki disiplinler klasik fiziğin bahsedilen bu mekanistik yaklaşımını kabul etmiş ve kendini bu örnek üzerine inşa etmiştir. Çalışmamızın Pozitivizmin doğuşunu etkileyen unsurlar bölümünde, Saint-Simon ve A. Comte’nin eserlerinde bilimsel yöntemi örnek almak gerektiğinden ve toplumu da buna göre yeniden inşa etmek istemelerinden anlatılmak istenen budur. Tarihsel olarak pozitivizmin, pozitif felsefenin yukarıda anlatılan nedenlerden dolayı o dönemde bu eserlerde belirmesi ve pozitif felsefe akımına yüklenen anlam buradan gelmektedir.
Mekanist dünya görüşünün tam olarak kendini kanıtlaması ve yerleşmesi ile fizik bilimi ve Newtoncu yöntemler tüm diğer doğa ve toplum ile ilgili disiplinlerin örneği ve temeli durumuna yükselmiştir. Makine olarak tasavvur edilen dünyanın anlaşılmasının tek yolu Newtoncu mekaniği kabul etmek olmuştur. Newton sistemi ile doruk noktasını yaşayan sistemin kendini kabul ettirmesi ile Avrupa’da sadece dünya görüşü ve kavrayışı değişmemiştir, rasyonel ve mekanik düşüncenin de önü açılmıştır. Newtoncu bilim anlayışı böylece doğa, insan ve toplumu anlamada çok geniş bir uygulanabilirlik alanı kazanmıştır. İnsanı incelemek üzere oluşan sosyoloji, psikoloji, iktisat disiplinleri bile bahsedilen örneği almak ve onun yöntemlerini kullanmak durumunda kalmışlardır . Newton sonrası felsefi, teolojik ve entelektüel hayat bir yöntem olarak “niçin?” sorusundan ziyade “nasıl?” sorusu ile ilgilenmiş ve bu soru felsefe ile beraber öteki disiplinleri şekillendirmiştir.
Şafak Ural, bir fizik teorisi olmasından ziyade sadece bilimleri değil günlük hayatı bile değiştiren Newtoncu bilimin Rönesans ile birlikte Aydınlanma ile ilişkisine değinir ve Aydınlanma denen olgunun günümüze kadar olan etkisinden bahseder. Aydınlanma onsekizinci yüzyıl Avrupası için o döneme verilen addır. Bu dönem evrenin akılla kavranabileceği inancını ve buna bağlı olarak akıl sahibi insanın bağımsız bir nesne durumuna gelerek bireyleşmesini ifade eder. Bireyleşen özne, evrene aklıyla yönelmiş, onu anlamaya çalışmış ve böylece kendi kimliği ile kültürel varlığını inşa etmiştir. Newtoncu sistem ile Rönesans’ın etki ettiği aydınlanma döneminde, insanın aklıyla evreni kavrayabileceği inancı ve bu yolla bireyleşmesi, insana kendi sorumluluğunu taşıyabilen nitelikler kazandırmıştır. Aydınlanma ile birey Orta Çağın Hristiyanlık inanışından olan daha çok inanma yerine daha çok bilerek inanmaya yönelmiştir
Alman ve Fransız aydınlanmaları ile birlikte aydınlanmayı oluşturan İskoç Aydınlanması, Newton fiziğinin ihtiyaç duyduğu felsefi temelleri sağladı. Locke, Hume ve Berkeley gibi İskoç düşünürlerin duyumcu felsefeleri Newton fiziğinin empirik temeller üzerine inşa edileceği felsefi temeli sağladı. Bu felsefi alt yapı ile Aristoteles teolojisinden beslenen erek/amaç/telos varsayan “niçin?” sorusundan, “nasıl? sorusuna ve bu soru dolayısıyla verilecek nesnel, empirik cevaba geçişin, günlük yaşamı da kapsayan birçok değişikliğin ve yeni bir bakış açısının yerleşmesine felsefi olanak sağladılar. Bilindiği gibi empirizm fizik dünyanın varlığını, duyu verilerinin sağlamış olduğu verileri ve bu verilerin doğruluklarını tartışma konusu yapmaksızın kabul eder. Bu noktada Newton fiziğinin ihtiyaç duyduğu empirik felsefi temeli sağlayan İskoç Aydınlanmasının temsilcisi bu düşünürler, Newton fiziğini yorumlaması ve ona sundukları katkılarla yeni bir paradigma oluşmasına yardımcı oldular.